20 Nisan 2010 Salı
Bajen Death Cult!
Tobias Sidegård - Lead Vocals, Guitar)
Nidhögg - Guitar, Backing Vocals
Lodbror - Bass, backing vocals
Mjölner - Drums
Gymer Sudre - Keyboards, Acoustic Guitar, Backing Vocals
Muspell - Guitar, Backing Vocals
bir araya gelip oluşturuyor grubu ve adları da taraftar grubuyla aynı zaten: Bajen Death Cult …
Bir EP, bir de uzun album yapmışlar. Isvecce soyluyorlar. Sözler Hammarby ve holiganizm temalı. Konserlerde de bol bol Hammarby diye böğürüyorlar. Düşünün işte tribününüzdeki hakim taraftar grubunun elemanları bir araya gelip bu grup adı altında metal yapıyorlar. Güzel proje degil mi?
*Daha önce az biraz deginmistim, deli bir grup. İlerde yer vermek niyetindeyim…
4 Kasım 2009 Çarşamba
Makbul gol sevinci:)
25 Ağustos 2009 Salı
Kupa Bizim Gol Bizim
İşte bu kadar, kupa bizim gol bizim, bu iş buraya kadar diye haykırmış Levent Özçelik, maçın tekrarını izlediğimde görmüştüm, o anda gözüm kulaklarım her şey karardığı ve kendimi kaybettiğim için.
Real Madrid'in o zaman müzesindeki tek eksik UEFA Süper Kupası. Genelde bir gala maçı şeklinde geçen Süper Kupa'nın özel bir anlamı var yani. Yine sükseli transferler dönemi Real'de. Luis Figo gelmiş Barcelona'dan, büyük tartışmalar içinde. Herhalde Real Madrid taraftarı çok rahat biçimde bekliyordu maçı. Galatasaray ise bir kaç ay önce rüyalarımızda göremeyeceğimiz bir zafer kazanmış, hala zafer sarhoşluğu devam ediyor, orada bulunmak bile ayrı sevinç kaynağı.
Kupayı aldığımızda ben Figo'nun ağladığını hatırlıyorum oturup. Roberto Carlos'u, devam eden sezonda yaşlandı diye eleştirilen Hagi'nin(Jardel yavaş Hagi yaşlı 2:0, Galatasaray-Milan) onu nasıl madara ettiği, belini kırdığını hatırlıyorum. Her türlü listede zirvedeydik, istatistiki, anket, popülerlik, sempati duyulan takım vs. listeleri. Sanki Avrupa Fatihi lakabını takanlar geleceği görmüşler gibi.
Şurada da birkaç kaliteli fotoğraf buldum;
1 2 3 4 5 6 7 8 9 10
14 Temmuz 2009 Salı
Özlü Sözler III: Steve Harris (Maiden & Westham)
"Mükemmel mutluluk mu? Ailemle birlikte olmak ve West Ham’ın kazandığını görmektir!"
Blog notu: Laf aramızda Steve’e sarı kırmızı da çok yakışıyor.
17 Mayıs 2009 Pazar
17 Mayıs Parken'i Asla Unutma Unutturma!
Tribunden 4 kişi, maçtan 2 gün önce gidiyoruz, geri kalan arkadaşlar maç günü gelecek Kopenhag’a... Tüm Türklerin başarı temennileri ile kalktı uçağımız! İlk gün tur otobüsü ile öğlene kadar gezdikten sonra serbest kaldık. Ortalık tüm Avrupa’dan akın akın gelen Türklerle dolu, İngilizlerse bir elin parmakları kadar! Akşama doğru artık sokaklarda habire tribünden arkadaşlara rastlıyoruz. Gece olunca İngilizlerin publarda çoğaldığını gördük. Ortalıkta gezinen sözümona tv muhabirleri, uydurdukları yalanlarla Türkleri tahrik etmeye çabalıyor, şerefsizlikte başı $howtv’ciler ile TGRTciler çekiyordu. Bizim dolaştığımız sürede sıcak temas olmadı ve otele döndük. Ertesi gün, büyük gündü! Sabah kopenhag’a trenle gittik. Danimarkalılar ya laptopla çalışıyor, ya da birşeyler okuyorlardı. Derken bir tabloidin kapağında bizim tribunden bir arkadaşın İngilizlere saldırırkenki pozunu gördük. Medyanın istediği olmuş, kan akmıştı! Sonradan detayları öğrendik ki İngilizler epey hırpalanmıştı. Bu arada bileti olmayıp sırf olay çıkarmaya gelen gurbetçilerimiz de muradına ermişti...
17 Mayıs günü çoğu günübirlik gelmiş ve iyice çoğalmıştı İngilizler. Artık publara sığmıyorlar ve her zamanki gibi hayvanca içiyorlardı. Güya polis şehri ikiye bölmüştü ama Türk tarafındaki publar da İngilizlere ayrılmıştı! Maça sadece saatler kalmıştı. Öğlen saatlerinde nyhavn’da takıldıktan sonra tekne gezisine çıktık. Limana yanaşan teknedeki Türkler sarı çekerken, biz kırmızı ile ortalığı inletiyorduk. Peki ingilizler neredeydi? Her zamanki gibi pubdalardı, ancak sadece içmiyor bu kez sinsi bir saldırı hazırlığı da yapıyorlardı. İçtikleri 3 büyük pub, Taksim meydanını andıran ve Türklerle tıka basa dolu Tivoli’ye çok yakın, üstelik 3 ayrı yönden de kuşatmaktaydı bu meydanı. Cep telefonlarıyla haberleşerek, yerel holiganların da lojistik desteğiyle hızla Tivoli’ye aktılar. Beklenmedik saldırıdan çevre cafelerde oturan yaşlılar dahi nasibini aldı. Bu esnada magazinci Aykut Işıklar da sağlam dayak yemişti, Allahın sopası yok! Türkler ancak panikten kurtulduktan sonra mukavemet gösterebildi. Olaya dahil bir arkadaş daha sonra, “Koca bisikleti herifin kafasına indirdim, bir bok olmadı” diye özetledi yaşadıklarını. Siklet farkı ve aşırı alkol, herifleri birebirde üstün kılan ana etmenlerdi ve Leeds olaylarını daha iyi idrak etmemizi sağlayacaktı...
Biz nehir sefasını bitirip Tivoli’deki olayları haber aldığımızda artık çok geçti. Hacı olmuş ama gazi olamamıştık:( Türklerin önemli bir bölümü gezinirken, İngilizler topyekün saldırıp önceki gecenin rövanşını almıştı. Leeds maçı ve geceki Türk saldırısı da olayları tetiklemişti. Tivoli’ye ulaştığımızda sisten gözgözü görmüyor, kesif koku nefes almayı güçleştiriyordu. Önceki gün olay çıksa birşey yapamaz dediğimiz Dani polisi gerçekten seyirci kalmış, en sonunda gözyaşartıcı gaz bombalarını atmak zorunda kalmıştı. Meydan kırık sandalye ve kan izleriyle doluydu. Ancak türkler ve ingilizler birbirinden tamamıyla tecrit edilmişti.
Yapacak tek şey kalmıştı. Stada vardığımızda daha epey bir süre olmasına karşın Türklerin çoğunun geldiğini gördük. En başta saksı sulama uzmanı kamer genç olmak üzere yığınla milletvekili de oradaydı. Bu kan emici sülüklerin yerine parası olmayan gerçek taraftarları taşısalar ne güzel olurdu! Hevesle daldık stada! İçerde satın aldığımız birayı keyifle höpürdettik. Yerimiz de cillop gibiydi. Pankartımızı astık, bol fotoğraf çektik. Bu arada İstanbul’dan arkadaşlarla buluştuk, yanlarında uğur çekirdekleriyle! Yerimiz GS curvasında kalenin hemen çaprazında 4. sıraydı! Bu arada kapalı müdavimleri hemen arkamızdaki giriş kapısının üstüne konuşlandı, Sebo reis, Edip ve davul da gelince artık maça hazırdı tayfa:)
Ve asrın maçı başladı! İlk atak bizden geldi üstelik! İngilizler arada bir bağırdıkları için sesleri gür çıkıyordu ama biz sürekli bağırıyorduk! En önemli pozisyonda Hakan’ın topu direğe çarpıp dışarı gidiyor, gol gelmiyordu. Maçtaki üstünlüğümüz, eksik oynadığımız uzatmalarda rakibe geçmiş, ancak Taffarel’in son dakikalardaki inanılmaz kurtarışıyla maç başladığı gibi bitmişti. Uzatmalarda sürekli başlatılan “dağ başını duman almış”ın tek izahı yavaştan kendini gösteren RUHtu! Taraftar coştukça bağırıyor, asla yorulmuyordu...
Sıra geldi penaltılara ve RUH’un yardımıyla hakem bizim önümüzdeki kaleyi seçti. Zaten kupayı alacağımızdan emindim, ama bizim kale de seçilince aldık dedim! Tribündeki heyecanı anlatmak ise mümkün değildi. Arsenallilerin biri hariç tüm topları direğe nişanlamasının tek izahı da RUHtu! Stada gelemeyen milyonlarca GS’lının ve bizi destekleyenlerin duaları bir maneviyat duvarı, Ali Sami Yen’in “yabancı takımları yenmek” düstur’u doping ve Karıncaezmez’in sakat kolu da Tafi’nin inanılmaz kurtarışına destek olmuştu... Ve Popescu son sözü söyleyip maçı bitirdi! Staddaki herkes ağlıyordu. İngilizi üzüntüden türkü sevinçten! Ben hariç! Bir hafta boyunca babama o kadar çok gözyaşı dökmüştüm ki sanki kurumuştu yataklarım! Ve o penaltılar atılırken o staddaki en az heyecanlı kişi de buz adam Ergün değil, bendim! Çünkü hayatımın hemen her döneminde çok büyük bir acıdan sonra mutluluk yaşamıştım, işte ilahi yazgım bir kez daha tecelli etmişti :) Sonrasında stadda ne kadar kaldık hatırlamıyorum ama artık orası Ali Sami Yen’di! DJ tüm GS şarkılarını çaldı. Futbolcular dakikalarca podyumda dans etti, şarkılar söyledi. Herkes birbirine sürekli “kupayı aldık gerçekten di mi?” diye sorup duruyor, rüyadan ayıkamıyorduk. Dışarı çıktık ve şehre yürüye yürüye gittik.
Saatler baya geç olmuştu... Bu arada sarhoş bir Arsenalli ile ayak üstü sohbet ettikten sonra bir arkadaş üzerindeki replikas formayla adamın cillop formayı takas etti. Sonra da açık tek bara daldık! İçeri kafayı uzattık, 2 tane genç akustik gitar eşliğinde Oasis*’ten wonder wall’u çalıyor. Bu harika geceye uygun bir parça. “Today is gonna be the day (gün bugündür)...” Barın çevresinin ful İngiliz olması nedeniyle ihtiyatla girdik, arkamızdan diğer türkler de akın etti. Masalar hızla türklerle doldu. Biramızı içtik, sonra aşka gelip cimbom çektik. Öğlen sanki hiç bir şey olmamış gibi, birlikte şarkılar söyledik. “ ...you’re gonna be the one that saves me...(kurtarıcım sensin) Artık bar kapanmak üzereydi, içki servisi kesilmişti. Çıktık dışarı ve taksi aramaya koyulduk. Ancak istedikleri para fahiş olunca tren istasyonuna gidelim dedik. Ama son tren kalkalı çoook olmuştu. Yorgun bedenlerimizi istasyon banklarına devirip sabahki ilk treni beklemeye koyulduk. Hala etraf turk, sesler sarı kırmızıydı :) Hala…
* Oasis’ten hazetmem ama bu parca o geceye gitmişti…
Bloga daha önce benzer bir yazı daha asmıştık...
1 Nisan 2009 Çarşamba
Yaşasın Tankard + Eintracht kardeşliği!
EP'de tamamı Eintracht Frankfurt'la ilgili 4 parca var ki en keyiflisi schwarz-weiß wie schnee tabii ki! Sözleri şöyle;
Du wirst nun 100 Jahre alt, ziehst mich in deinen Bann
Meine große Liebe, seit ich laufen kann.
In guten wie in schlechten Tagen steh'n wir stets zu dir
Ob Niederlage oder Sieg, deine Fans sind immer hier
Wir haben die Eintracht im Endspiel geseh'n, mit dem Jürgen, mit dem Jürgen
Sie spielte so gut und sie spielte so schön mit dem Jürgen Grabowski
Schwarz-Weiß wie Schnee, das ist die SGE
Wir holen den DFB-Pokal und wir werden Deutscher Meister, Meister
Schwarz-Weiß wie Schnee, das ist die SGE
Wir holen den DFB-Pokal und wir werden Deutscher Meister
Auf geht's Eintracht schieß ein Tor, wir woll'n dich siegen seh'n
Schwarz-Weiß sind die Farben, auf jedes Spiel wir geh'n
Von Haching bis nach Wattenscheid, überall war'n wir dabei
nie mehr zweite Liga - ein einziger Schrei
Turkce olarak, “100. yilina giren takimim kupayi alsın, şampiyon olsun ve bir daha ikinci lige düşmesin, yenilsen de yensen de taraftarin senle” diye özetleyebiliriz şarkının sözlerini...
Burada da harika goruntuler var. Önce tezahurat ardindan Tankard’a binlerce kişinin eşlik etmesi, tüyler ürpertici, olağanüstü anlar… Yaşasın futbol metal kardeşliği, gelsin biralarrr… Bir de daha önceden yaptıkları Forza SGE şarkısı var ki hem şarkı hem klip enfes!!!
Bu arada biz bu Eintracht’ın Yeboah’lı ve sonradan Fbye gelen Okocha’lı kadrosuyla 92’de UEFA ikinci turunda karşılaşmış, dışardaki maçta 0-0 berabere kaldıktan sonra Sami Yen’de Ugur Tutuneker’in golü ve ardından kapalıdan aşağı uçan davulla birlikte eleyivermiştik diyip konuyu GS’la sonlayalım:-)
1 Mart 2009 Pazar
For Those Who Love To Live!
Thin Lizzy’nin 75 tarihli Fighting albumunden bu şarkı;
… Oh the boy he could boogie
Oh the boy can kick a ball
But the boy he got hung up
Making love against the wall
You've got to give a little love
To those who love to live
You've got to take a little hate
From those who have to wait
Yazıyı yaygın bir lafla bitirelim ki Best’in nasıl bir oyuncu olduğu konusunda fikir sahibi olabilesiniz;
“Maradona is good, pele is better, george best”
28 Ağustos 2008 Perşembe
Ultra değil holigan!
The Derby
Milan!
let the violence live
don't listen to the preachers
let the riot take place
let the knives cut
hatred!
christianity repressed gladiators
and terraces became the new rings
holocaust!
the Derby claims
Milan!
TV condemned the events
the prime minister cries
but she likes the police's repression
against the hooligans disperated
hatred!
the Romans had been forgotten
but terraces became the new rings
holocaust!
the Derby claims
Buyrun size amme hizmeti indirin dinleyin:) Az bilinen grupla ilgili bilgi de burada!
15 Mayıs 2008 Perşembe
Raiting arsızları, futbolun hırsızları!
Dün show TV’nin başına oturduk. Biraları hazırladık, Zenith Rangers maçını bekliyoruz. Futbolun iki numaralı kupasının finali! Kısa bir süre önce show TV gene yayın hakkını aldığı UEFA yarı final maçlarını gecenin köründe vermişti ama bu final maçını canlı verecek, inşallah! Ama TV’de insanların sürekli raiting sıralamasında öne itelediği, hemen her gün yayınlanan, bazen haftada birkaç kez ilk ona giren anlamsız “kutunu açayım mı?” yarışması var. Sunucusu eski futbol muhabiri Acun üstelik. Hayır kutulara bakıyoruz, hiç bitecek gibi değil! Yayın akışına bakıyoruz, maç 21:45’de başlayacak yazıyor.
Bir kaç gün önce Hıncal 90 dk’da barfiks’de madalya alan Türk gencini tanımadığı için kendinden ve spor basınından utanç duyduğunu yazmıştı. Hadi bunu ve “biz de olimpik ruh yok abi” söylemlerini bir kenara bırakalım. Raiting’i en yüksek Türk sporu olan futbolun iki no.lu finalinin yayın hakkını almışsın, üstelik takımlardan birinde bir de senin öz liginden çıkmış bir oyuncu var, sen canlı yayınlayacağım diyorsun, ama o pespaye yarışmayı gene nasıl olsa bunun raitingi garanti diye son dakikada sürüyorsun! E o zaman Allah sizi bildiği gibi yapsın, raiting denizinde boğulun inşallah!!! Fatih çok ayıp, sen kime hareket çekiyorsun oğlum:))))))
10 Nisan 2008 Perşembe
Golu atan oyuncumuz 666 numara Steeeeve? "HARRISSSS"!
Konser sonrası kaldıkları otelde Güvenlik Şefi Wally’e sarı kırmızı parçalı formayı göstermek yetmiştir içeri girip Steve Harris’e ulaşmak için. Sonrasında GS’a transfer olan yeni futbolcu edasıyla pozunu verir Harris. Forma numarası ise tabii ki “six six six The Number Of The beast”dir:)
Korhan sonra Maiden’ın ardından deplasman kovalamaya devam eder. Hatta bir forma da Milano’da verir Steve’e. Artık bir sonraki adım Orjin Adem’de kutsal köfteden tattıktan sonra ASY kapalısında hep beraber omuz omuza yapmak olmalıdır!!!
Bu arada bendeniz de bas gitar çaldığımdan Maiden deyince ilk aklıma Steve Harris gelir. Dolayısıyla Korhan’ın anısı benim de anımdır, bana da çok özeldir… İki elektro gitarlı bir grupta bas gitarla ana müziği böyle domine edebilmek müthiş bir iştir, her yiğidin harcı değildir. Bunu bir de Helloween’de Groskopf yapabilirdi…
Not: Sevgili Korhan Demirkaya kardeşimize foto ve anısını paylaşma imkanı verdiği için çok teşekkürler…
14 Şubat 2008 Perşembe
Bugün Sevgililer Günü ise diğer günler nedir?
Metalciler boyle romantik günleri pek sevmeyiz! Tıpkı diğer dayatmalara uyuz olduğumuz gibi, kapitalizmin icatlarından anneler günü, babalar günü vs satışları artırma amaçlı girişimlerden de pek haz etmeyiz. Ama eşlerimize jest olsun diye ikinci toplama albümünü bugüne denk getirdik… Bu vesile ile 14 Şubat'a gelen GS - Deportiva maçındaki yurdumun ilk koreografi denemelerinden only you resmini bloga koyuverdim...
3 Aralık 2007 Pazartesi
Selam Olsun...
Bizim buralarda takımlar nefret ettiğim alemin kralı geliyor tezahüratlarıyla, yada kulübün neredeyse tüm takımların ki birbirinden berbat marşlarıyla çıkarlar sahaya. İşte avrupada bunu böyle yapmayan kulüpler var. Bunlardan ikisi tam bizim kafadan. Birtanesi Geçen hafta Galatasarayla yapacakları UEFA kupası grup maçına çıkarken takımını AC/DC'den Thunderstruck'la sahaya yollayan Panionios, bir diğeride Almanyadaki muhalif kesimin takımı St Pauli. St Paulide yıllardır takımlarını AC/DC'den Hells Bellsle yollar sahaya. İkisine de gönülden selam ediyoruz.
Buda St Pauli - Bayern Munich maçı öncesi, takımların sahaya çıkışları.
23 Kasım 2007 Cuma
Toplumun şamar oğlanları İlk Bölüm
Her toplumun “şamar oğlanı”na ihtiyacı vardır: Şamar oğlanları marjinal bir kesime dahil olur, genelin dışında davranış sergiler. Farklı zevkleri, farklı kıyafetleri vardır. Sürekli toplumdan tepki görmeleri nedeniyle daha içe dönük ve saldırgan davranışlar gösterebilirler…
Bir suçu işleyen alelade bir insan degil de “Şamar Oğlanı” ise konu haber niteliği kazanır ve medyada çok daha geniş yer bulur, sosyologlar failler için linç girişimini başlatır, akademisyenler hemen bu medyatik konuya atlar, tezler yazılır, politikacılar hemen yeni kanun tasarıları hazırlamaya girişir, psikologlar konuyu analiz edip gerekçelerini sıralar… Çünkü zaten marjinal olmaları bir sivrilik kabul edilmiştir ve onlara saldırmak için bahane aranmaktadır! Toplumdaki kötülüklerin çoğunun onlardan kaynaklandığına inanılır..
Halbuki toplumda teror her yerde kol gezmektedir. İnsanlar hatalı sollama, az bir para anlaşmazlığı, basit bir tartışma, küfür vs nedeniyle birbirlerini silahla, bıçakla hatta yumruk ve tekme ile öldürebilmektedir; amma stadda olması ya da tarafların futbol taraftarı, metalci vs olması, yukarıda saydığımız kesimler için ekmek kadayıfıdır en kaymaklısından!..
Şamar oğlanlarının başında holiganlar ve metalciler gelir!
Evet futbol gibi holiganizmin kokeni de Adalar. Holiganizm 70 sonlarında çıkışa geçer. Adalı gencler biraları devirip karşılarına çıkan rakip takım taraftarlarını pataklamaya bayılır ve bu adet halini alır. Aynı dönem; punk, metal, hard core gibi sert muziklerin de yaygınlaşmaya başladığı donem!
Hatta “hard core” lafı, gozunu budaktan sakınmayan taraftar için de kullanılmaya başlar... Uluc gibi bazı cahiller holigan diye bir adam oldugunu falan iddia etse de bu kelimenin kavga çıkaran sarhoşlar için kullanıldığını ve ilk olarak benzer karakterde bir roman kahramanının adı olduğunu soyleyelim.
Holigan olmanın özünde takım taraftarlığını kalbiyle yaşamanın yanı sıra bilek ve yurekle de yaşamak, yani gerekirse takımı için ölmeyi ve tabii ki öldürmeyi de göze almak yatar. Bu kimileri için mantıksız bulunsa da kişisel bir tercih olarak kabul etmek ve o kişilerin tercihine saygı duymak gerekir… Tabii ki yaş ve toplumsal statu belirleyici bir faktordur, ancak yaşanagelen olaylardan hareketle her yaştan ve her kesimden insanın potansiyel holigan olabildiğini söyleyebiliriz, soylemeliyiz…
80’lerde Ingiltere’de trenle yolculuk eden taraftar sayısının artması üzerine altın dönemlerini yaşar holiganizm. Rakip tribunu basan Chelsea taraftarı epey sukse yapar. Sonrasında Thatcher olaya el koyar, firm’lerin icine sivil polisler sızar, gizli toplantılara iştirak etmeyi başarır siviller. Ve bizde Reis tabir edilen lider kadrolarının alayı tutuklanır. En azılıları 5 yıl içerde kalır. Ancak daha sonra savunma avukatının gayretiyle anlaşılır ki iddianamedeki bir çok şey uydurma. Bu adamların olaylara karıştığı herkesce malum, ama iddianamede yazılı olan olaylara değil! Derken epey yüklü tazminat alırlar, içerde kaldıkları dönemin hatırına. Ancak o dönemde çıkarılan kanunlar harfiyen uygulanarak Adalar’da holiganizm kontrol altına alınır.
Türkiye’de de 80 oncesi siyasi olaylarla paralel gider ve anarşinin bir alt kumesi olur Holiganizm! 80 sonrasında ise baskı altında tutulan, yaptığı her şeye karışılan toplumun gençleri, maç öncesi stad kapısı tutmak için birbirine girip yasaklarla dolu toplumda deşarj olurlar. Katı disiplini, çook eski demokrasi tarihine sahip olmasına karşın Ingiltere’nin holiganizmin öncüsü olmasını da çoğu insan yadırgamıştır. Ancak aşırı baskı ve disiplinin şiddet ve başkaldırıyı beraberinde getireceği göz ardı edilmemelidir…
Yarı yarıya tribunlerin paylaşıldığı 90 ortalarına kadar devam eder kapışmalar ve sonra işin sonunun daha kötüye gideceği de anlaşılır ki tribun grupları barış yapar. Artık olaylar çoğul değil, tekil cereyan edecektir ulkemizde…
Konu birkaç yazar dışında hep yanlış anlaşılıp yanlış aktarılmıştır. Sözü dinlenen Uluç, “ağzından salya akan” sıfatını uygun görür cefakar taraftara ve bunun cezasını da stadda maç izleyemeyerek çeker! Uluç’u otorite kabul eden medyanın holiganizmi doğru yorumlaması zaten namkundur!
Ozellikle deplasmana giden taraftarın durumu iyice rezalettir. Kalabalık rakip taraftarın yanı sıra bir de yoresel polis vardır karşılarında hasım olarak. Bu durumda hiç şansları olamayacağı nettir ki çoğunlukla kilometreleri teper, ama stada giremeden gerisin geri dönerlerL Çıkan en küçük çatışmada fatura önce deplasmana gelene kesilir! Geçen yıl Galatasaray taraftarının başına Bursa’da gelen olay da canlı örnegidir! Yanlış guzergahtan götürülen GS taraftar otobusleri taşa tutulur, otobusler kaza yapar, ama fatura hep deplasman taraftarına kesilir…
Kolluk guçleri dışında bir önlem alınmaz ulkemizde holiganizmi onleme adına. Misal amigo yazar ve yöneticilere herhangi bir hukuki yaptırım yoktur, canları ne isterse soyler ve milyonları tahrik edebilirler, ama mesale yakan taraftara anında 1000 YTL para cezası ve 6 ay musabakalardan men cezası tatbik edilir. Ama arkası olan taraftar, ceza da alsa maça gelmeye devam eder. Ha keza sabıka kaydı olanlar bile! Polis işine gelene mudahele eder… Kanunlarda zaten ya göstermelik konmuş, ya da AB’ye girmek için yapılan makyajın bir parçasıdır…
Taksim’de Leeds’lilerle ilgili yaşanan olaya gelirsek, maçtan 48 saat önce tümü fişlenmiş bir grup taraftar Istanbul’a gelir, ama valilik en ufak önlem almaz! Beyoğlu’nda pub’larda başlayan kavgalar; saatler ve metrelerce devam eder, ama ne hikmetse meydanda her zaman olan polis o gün yok olur! Sonuçta herkesin bildiği tatsız olaylar L Bu olaylardan çıkarilacak sonuç gayet net: “İki rakip holigan grubunun kolluk kuvvetleri tarafından tecrit edilmesi şart, aksi takdirde bu işin sonu ölümle dahi bitebilir”…
Adalardan sonra Hollanda, doğu bloku çöktükten sonra da Rusya, Polonya başta olmak uzere bu coğrafya holiganizmin canlı olduğu yerler! Sakin kuzey ulkelerinden ateşli Akdeniz ve Latin ülkelerine kadar her ülkede karşımıza çıkıyor… Günumuzde holiganizmin zirvesi ise Italya: Taze, Lazio’lu bir taraftarın ölüm olayı ile Italya bir kez daha çalkalanıyor… Ama insanoğlunun içindeki ilkel şiddet dürtüsü bastırılamayacağına göre Holiganizm hep varolacaktır…