Power Metal etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Power Metal etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

4 Ekim 2010 Pazartesi

Cloven Hoof: Toynaklı Metal Grubu:-)

Epeydir NWOBHM grubu tanıtmamışım:( Anadolu takımlarını tutanlar bu grubu pek sevecek: Neden? Çünkü bu arkadaşlar kuruldukları Wolverhampton şehrinin takımı Wolves’u destekliyorlar da ondan… Bir de isimleri ilginc: Hoof toynak demek ki direk keçi çağrışımı yapıyor. Keçi malum şeytanı simgeliyor çoğunlukla, Angel Witch ve Venom gibi NWOBHM gruplarında da bol bol rastlıyorduk album kapaklarında… Cloven Hoof ise keçi toynağını andıran bir çizme türü, yani grup bu adı koyarken biraz Twisted Sister vari bir mizahi yaklaşım sergilemiş sanki…

Cloven Hoof’un hikayesi 82’de ilk demoları ile başlıyor. Sahaya dizilişleri şöyle:

David Potter - Vocals
Steve Rounds - Guitars
Lee Payne - Bass
Kevin Poutney – Drums

İlk şarkı ritmik ve tipik bir NWOBHM parçası That’s the way, arkasından 8,5 dakikalık Return Of The Passover. Oryantal ve progresif introsundan sonra doom riffleriyle ilk baba Cloven Hoof parçasıdır kendileri. Road of Eagles ilk power metal örneklerinden grubun, nakaratı ile öne çıkıyor. Son bölümdeki epik kısım şarkının zirvesi. Demo’nun son parçası A piece of the action da That’s the way gibi sadece bu demoda yer alıyor en zayıf parça ancak genel olarak çok iyi bir demo...

Aynı yıl çıkan Gates Of Gehenna EP’si ile grup hızla tanınır. Açılıştaki aynı adlı şarkı grubun en iyi parçalarından… Intro sonrası dehşet doomy bir akor, üstelik epik bir NWOBHM örneği… Bu parçanın içinde tempo düştükten sonraki bölüm de çok güzel, tabi Potter’ın melodik çığlıkları da. Solo sonrası ilk bölüme geri dönüyoruz. Kapanışdaki Starship sentinal inişli çıkışlı keyifli bir parça. Storm rider ise hızlı tempolu. Bu EP grubun en değerli plağı, 150 $ civarında ediyor…

84’de grubun ilk uzun LP’i grup adıyla yayınlanıyor. Açılışta Cloven Hoof adlı parça adına yakışır bir beste olmuş, epik! Arada ağır melodik bir bölüm… Bu bolumun echo echo kısmı direk megadeth’den * peace sells’in rifi. Son bölüm vokallerle falan gene epik ve 7 dakikalık parça farklı bölümlerle bir solukta dinleniyor ve grubun en begendigim parcasi. İkinci şarkı Nightstalker aslında Cloven Hoof olmadan önceki grubun da adı. Bu albumun şarkılarının ilk ham halleri Nightstalker demosunda varmış ama nette rastlayamadım, haliyle de dinleyemedim. Parca orta şiddette. March of the damned klasik müziği hatırlatan baterisiz bir intro, hemen arkasından harika Gates Of gehenna! Diger parcalar da gayet iyi. Laying Down The Law nakaratı ile öne çıkıyor. Son parça ise ilk demoda bahsi geçen Return Of The Passover. Sonuçta bu album her metalcinin arşivine katmaya uğraştığı LP’lerden…

86 tarihli ikinci LP Fighting Back grubun vasat albumu. Bu albumle power metal çizgisine yaklaşıyor grup ve vokale Rob Kendrick geciyor. Açılıştaki Reach For The Sky açılış rifiyle bir Judas’a selam çakıyor ama monoton bateri ritmi ile zayıf kalıyor. İkinci parça The Fugitive solosu ile daha iyi ama baterist gene bayık. 3 Tom Jones cover’ı Daughter Of Darkness. O dönem metalcileri kıl ettiklerine eminim, yorum ise gayet başarılı ama melodik yapı metale uygun düşmüyor. Tarkan’ın parçasını çalan Alamancı grup nasıl yuhalanmıştı konserde hatırlayın. Albumun iyi parçaları ise 8 dk’lık Heavy Metal Men Of Steel ile Raised On Rock. Tamamı yeni şarkılardan oluşan bu albume sahte seyirci efektleri eklenip konser havası verilmeye çalışılması ise çok absurd olmuş… Bateri ise Pountney tarafından degil de sanki dramme$in ile calınmış adeta :-)

Sonraki album 88’de çıkan Dominator! Gene çok özgün değiller, gitarlar Judas Priestvari. Power metal tarzları ise daha oturmuş gibi… Önceki çakma live’dan iyi, ilk albumden ise kötü bir album denebilir… İlk demonun süper parçası Road Of Eagles, yeni solist ve cilalanmış haliyle bu albumde parıldıyor… Fugitive ve Reach For The Sky da diger iyi parcalar…

Ve 1989’da Sultan’s Ransom çıkıyor. Hemen her otorite bu albumu grubun en iyisi olarak gösteriyor… Ben de Ekim ayının albumu olarak seçtim! Baştan sona başarılı, Helloween ve Alman power metal hastaları dinlememişse bulsun dinlesin. Albumun super parçaları, Astral Rider, Forgotten Heroes ve Mistress Of The Forest. A yuzu kapanış parçası oryantal 1001 nights’da Sultans bol bol geçiyor.

Son albumleri 2006’da çıkan Eye Of The Storm. Saund fazla 2000ler ve Amerikan olunca pek dinlenir olmamış. Vokalde Matt Moreton diye yeni bir eleman. Grupta eskilerden bir bascı Lee Payne kalınca saund, tarz falan da kalmamış… Inquissitor ve Eye Of The Sun gibi iyi parcalar kötü saund da çuvallamış…

2008’de best of adı altında eski ve yeni parçaları şu dizilişle

Russ North - Vocals
Ben Read - Guitar
Lee Payne - Bass, Additional Keyboards & Guitar
Jon Brown – Drums

Çıkardılar. Russ North’un dönmesi önemli grup adına ve Eye Of The Storm’daki saund düzelmiş. Gayet iyi çalmışlar parçaları, en dikkat çekense geri vokaller. Zaman zaman iki ayrı kanaldan iki ayrı geri vokalle şarkılar oldukça zenginleşmiş, bu arada yakında çıkacak yeni albumun şarkısı Kiss Of Evil da var. İlerde part 2 su da gelebilir ama Cloven Hoof dışındaki önemli parçalar bu albumde! Gates Of Gehenna yorumu orjinalinden daha iyi diyelim bir de meraklısına…

* Mustaine’in de NWOBHM dinledigine kanaat getirebiliriz…

8 Şubat 2010 Pazartesi

Ayın Albumleri Kaldığı Yerden!

Birkaç aydır ayın albumlerini yazmayı aksatmışım, son dört ayı toptan sıralıyorum...

Kasım ayında malum Wasp’ın Konseri vardı. Ayın albumune Wasp’dan seçim yapalım dedik, aynı adlı ilk albumle Crimson Idol arasında gidip geldim ve eski olan ağır bastı: Çok sıkı albumdu be, Love Machine, School Daze, I wanna be somebody, Torture never stops, Tormentor…

Kısaca tek tabanca Blackie Lawless ve saz arkadaşları desek yanlış olmaz Wasp için, Blackie dışında bol eleman rotasyonu olduğundan kelli… Los Angeles çıkışlı olması bu şehirden aynı dönem çıkan Mötley Crüe, Ratt ve Quiet Riot’un genelde glam olarak tanınmaları ve makyaj durumlarından dolayı, Wasp’e de glam denmişti ama bence tarzları geleneksel metaldir… (Sonradan makyajsız kilo almış Elvis Presleyvari suratını görünce iyiki eskiden makyaj yapmış dedim:))

Gene ilgi çeken bir diğer konu isimlerinin açılımı: Wasp malum ABD’de beyaz anglo sakson protestan’ın kısaltması olarak kullanılır. Ancak ırkçılık suçlamalarına karşın Blackie isimlerinin We Are Sexual Perverts’ın kısaltması olduğunu söyler hep, yani “Seks Manyakları:) Aynı adlı album kapağında bu lafın yer alması dışında konserlerde de defalarca tekrarlanmıştır bu slogan. Love Machine ve Fuck Like A Beast gibi şarkı isimleri ve sahne şovları da duruma örnek…

İlk albumden sonra hepsi belli bir çzginin üzerinde üç album daha yaptılar ki öne çıkan parçalar, Wild Child, Blind In Texas, 9.5 Nasty, The Heretic ve The Real Me. Beşinci albumleri Crimson Idol ise çoğu fanları için en iyi albumleri, metal tarihinin en iyilerinden diyen de var hatta. Konsept albumlerin de en iyilerinden.

Aralıkta proto metal gruplarından Uriah Heep’in 95 tarihli Sea Of Light’ı ayın albumuydu, prog esintiler, sıkı ritmler, klasik Heep arka vokalleri ile dört dörtlük bir çalışma. Against The Odds, Tme Of Revelation, Universal Wheels, Fear Of Falling, Logical Progression ve Aerosmith’inkiyle ilgisi olmayan Dream On balad’ı özellikle muhteşem… Bu arada surrealist plak kapağı da daha çok Yes’den tanıdığımız Roger Dean tarafından çizilmiştir…

Ocakta tekrar yeni dünyaya döndük ve pek bilinmeyen San Francisco’lu Brocas Helm’den Into Glory Rıde’ı koyduk ayın albumune. Bahtsız bir Amerikan grubu. 81 de kurulup ilk uzun albumu Into Battle’ı vasat bir prodüksiyonla ancak 84de çıkarabilmişler. Ama power epik metal konusunda iyi olan Amerikan gruplarının hallicelerindendir grup.

Açılışta at efektli ve kesik ritmli harika Metallic Fury’den sonra aynı adlı efsane şarkı Manowar’ın en iyilerine rakip olacak kadar başarılı… Sonrasında da hızlı enerjik parçalarda kalite düşmüyor. Arada blues etkileri, sıkı çift gitar soloları ve harika davul atakları… Beneath a hunted moon, Ravenwreck, Into The Ithilstone diğer sıkı parçalar…

İçinde bulunduğumuz Şubat ayında ise Manowar, Manilla Road, Cirith Ungol ve Brocas Helm’in ilham kaynağı, adı gibi efsane Legend’ın From The Fjords albumunu seçtim. 3 kişilik dev bir orkestra harika müziyenlik örnekleri, ki baterist Raymond Frigon’un etkileri özellikle Brocas Helm’de belirgin. Diğer elemanlar, gitar vokalde Kevin Nugent ve basta Fred Melillo! Bunca yıldır rock, blues ve cazın yığınla örneklerini dinledim, Raymond dünyanın gelmiş geçmiş en iyi bateristlerinden biri ve bu album dışında bir çalışması olup olmadığına ilişkin bilgiye nette rastlayamadım maalesef :((… Diğer iki eleman Mercenary diye bir grupta çalmışlar ama kayıtlarına ulaşamadım. Nugent 83’de ölmüş…

Bu album sadece 500 adet basıldığından bugün metal plakları içinde en paha biçilemeyenlerinden biri… Orijinal kopyaları 1200-1500 USD’ye gidiyor. Popsike’daki en pahalı kopya 868 USD’ye alıcı bulmuş!

Genel olarak adından da anlaşıldığı üzere Iskandinavya’ya uzanıyor vikingleri ziyaret ediyoruz. Epik power metalleyiz, ama uzun şarkılardaki progressive altyapı bu tarzdan hoşlanmayanları sıkabilir. İlk parça The Destroyer harika gitar melodi introsuyla ve bitmeyen davul ataklarıyla zaten kapıp götürüyor. Sonra aksak ritmi muhteşem bas ve ataklarıyla şarkı uçup gidiyor. The Wizard's Vengeance da harika ama üçüncü parca Golden Bell gelmiş geçmiş en iyi şarkılardan biri.

B yuzu A kadar destansı olmasa da ensturmental ilk parcanın bugun shred, virtuözite kelimeleriyle anılan gitaristlerin bir numaralı ilhamı olduğu kesin. Liquid Tension Experiment tadında bu parça. Aslında bu yüz sanki sevdikleri 70’lerin değişik gruplarına atıflarla dolu. RARZ’de de bir south havası var ama şarkı oldukça hızlı. Against The Gods ve Iron Horse fusion ve jazzrock sınırlarında. Tabi bu tarzın bu kadar sertini Gary Moore ve Jon Hiseman’lı Colloseum II dışında yapana rastlamamıştım o tarihlerde. Bir de Iron Horse’un uzun bir bateri solosu var, bir studyo albumu için acaip sıradışı ve bulunmayacak bir nimet. Kapanışta albume adını veren parça ile tekrar epik metale dönüyoruz: Tam 8 dakika! Bu kadar iyi bir grubun tek albumle yokolup gitmesi acı, ama gerçek …

4 Ocak 2010 Pazartesi

Helloween - Unarmed


Helloween 25. yılı şerefine Unarmed derleme albümünü yayınladı. İlk başta best of gibi gözükse de, içindeki bütün şarkılar yeniden derlenmiş. Bir kere dinleyebildim, daha da dinleyeceğim gibi. Helloween metal dışı işleri çok iyi yapıyor zaten, bu da devamı olmuş. Şarkı listesi şöyle;

* Dr. Stein
* Future World
* If I Could Fly
* Where The Rain Grows
* The Keeper´s Trilogy
* Eagle Fly Free
* Perfect Gentleman
* Forever & One
* I Want Out
* Fallen To Pieces
* A Tale That wasn`t Right

29 Ekim 2009 Perşembe

Michael Kiske


Hayatımda duyduğum en iyi seslerden biri. Ninni söylesin dinlenir! Belki de biri ona bunu söyledi, o da Helloween'den ayrılıp kendini heavy metalden epey sıyırdı. Kendi deyimiyle pop albümü bile yaptı, rock yaptı, akustik albümü var 2008 yılında çıkan. Helloween ile devam etmemesi, evet herkesin içinde kalmıştır belki ama yerine gelen Andi Deris'in sesini de duymaktan zevk müthiş zevk alırım. Kiske'nin kişisel kariyeri şöyle; (vikipediden)

1. Solo albumler
Michael Kiske

* Instant Clarity (1996)
o Always (EP) (1996)
o The Calling (EP) (1996)
* Readiness to Sacrifice (1999)
* Kiske (2006)
* Past In Different Ways (2008)

2. Grup Üyesi Olarak Katıldığı Albümler
Helloween

* Keeper of the Seven Keys Part 1 (1987)
* Keeper of the Seven Keys Part 2 (1988)
* Live in the UK (1989)
* Pink Bubbles Go Ape (1991)
* Chameleon (1993)

Avantasia

* Avantasia (Single) (2001)
* The Metal Opera (2001)
* The Metal Opera Part II (2002)
* Lost in Space Part II (EP) (2007)
* The Scarecrow (2008)

SupaRed

* SupaRed (2003)

Place Vendome

* Place Vendome (2005)
* Streets Of Fire (2009)

3. Misafir olarak katıldığı albümler

* Gamma Ray - Land of the Free (1995)
* Timo Tolkki - Hymn to Life (2002)
* Masterplan - Masterplan (2003)
* Aina - Days of Rising Doom (2004)
* Thalion - Another Sun (2004)
* Tribuzy - Execution (2005)
* Edguy - Superheroes (EP) (2005)
* Helloween - Keeper of the Seven Keys - The Legacy (Samples only) (2005)
* Indigo Dying - Indigo Dying (2007)
* Revolution Renaissance - New Era (2008)
* Trick or Treat - Tin Soldiers (2009)

Ben diğer gruplar ve kişisel albümlerinin hepsini bilmiyorum ancak keşfim devam ediyor. Past in Diffirent Ways harika mesela, akustik Helloween. Oradan bir video gelsin, efsane Helloween parçası;

http://www.youtube.com/watch?v=8zLQbGBOKTs

Bu da şimdiki haliyle Michael Kiske;

29 Ağustos 2009 Cumartesi

Majesty


Ben buradaki kullanıcı adımı eskiden internet ortamında nick olarak kullanıyordum. Başlangıcı da 2000, 2001 yılları falan. Yıllar sonra rengi mor da olsa Galatasaray'ın formasının ismi oldu. Benimkinin isim babası Blind Guardian'ın ilk albümünün giriş parçası Majesty. Çok özel ve güzel bir parçadır.

8 Ağustos 2009 Cumartesi

Şampiyon jübile yaptı:-(


Majesty blogda ilk duyurduğunda, son dönemki çalışmalarından kelli çok üzülmedim…” girizgahlı bir yazıya niyetlenmiştim. Ancak son albumleri layıkıyla dinlemediğimi farkettim, dinleyince de fena kızdım kendime. Metal Church tüm albumlerinde sabit eleman olarak bir tek muhteşem gitaristi Kurt Vanderhoof olmasına rağmen inanılmaz bir grup soundu ve istikrarla thrash camiasında hiç yapılmayanı başarmış ve 9 adet canavar gibi album yayınlamıştı. İlla zorlarsanız altı super (ilk altı), üç de iyi album diyebilirim…

Konuyu açalım: Yaratıcılık metal gruplarının ve metal müziğin en belirgin sorunlarından biri, thrash’de sürat + teknik devreye girince de yaratıcılığı korumak iyice zorlaşıyor. Eğer müziği progressive, etnik, vs çeşitli öğelerle desteklemezseniz kaçınılmaz olarak gitgide daha kötü şarkı ve album yapıyorsunuz. Hemen her grup bu kaçınılmaz sona yakalandı metal dünyasında. Bunu kırmak için tarz değiştiren,imaj bozanlar oldu. Nadir bir kaç istisna metal camiasında var ama thrash piyasasında başladığı günle aynı tarzda tam 27 yıl bu işi yapan ve 9 adet studyo albumunu yapabilen bir tane daha grup yok!

Metal Church thrash başladı, arada ağır ritmli baladlar yaptı, power metalin melodik yapısını hep kullandı. Filmi geri sararsak ilk tanıştığım thrash gruplarındandı Metal Church! Amerikan zırvası, “en iyi dörtlü” içine konmamasına hep kızmıştım. Malum dörtlümüz Metallica, Megadeth, Slayer ve Anthrax’tır. Metal Church bunların hepsi ile kafaya oynardı gözümde. Slayer bana göre satanist poser kimliğiyle hiç favorim olmadı zaten. Megadeth, Peace Sells ve Rust In Peace sonrası gözümden düştü. Anthrax zaten ilk albumden sonra thrash yapmadı, yani kulvarı farklıydı. Yani gözümde Metal Church’u kıyaslayacağım bir Metallica vardı 4’lüden! Metallica da yukarıdaki yazdığımız sıkıntıları en derininden yaşadı. Tür değiştirmekle kalmadı, imaj dahi değiştirdi. Son albumle düzelme sinyallerini verdi ama 15 yıl geçtikten sonra!

Ha Metal Church’un metal camiasında gördüğü ilgi ne kadar derseniz, bizim futbol camiasında Anadolu kulüplerine ayrılan kadar ya vardır ya yok… (Blogda bir kahpe Bizans muhabbeti eksik kalmıştı, onu da yapıcaz ha gayret)

İlk albumden dalalım olaya; Aynı adlı 84 tarihli ilk albumu genelinde, hafif karanlık melodileri, harika improvize baterisi, David Wayne’in muhteşem vokaliyle; özelinde ise Beyond the black’i, olaganustu bateri ritmi ile enstrumental Merciless On Slought’u, muhteşem bas melodisi ile Gods Of Wrath’ı ve kapanışındaki Deep Purple cover’ı Highway Star’ı ile eşsiz bir albumdu, martta ayın albumu seçmiştik… 86’da ikinci album The Dark çıktıktan kısa bir süre sonra peder plağını getirmişti. Ne dinledim ama! Tüm şarkılar harikaydı ama özellikle ilk dört parça dinlemekten bayağı bir hırpalanmıştı. Bir de Method to your madness’ın gelmiş geçmiş en güzel antimilitarist sözlere sahip şarkılardan biri olduğunu belirtmek gerek!

Üçüncü albumu ilk dinlediğimde sıkıcı ve zayıf bulmuştum ama şarap gibi bazı prog ögelerle bezenmiş eşsiz bir yapıt olduğunu bir süre sonra idrak edebildim. Bir de vokale Mike Howe gelmişti: Sesi Wayne’e yakındır, o da çok iyidir, geri vokallerini de kendisi yapar. Bu albumden 10 dakikalık Anthem Of The Estanged ’ın tüm zamanların en iyi şarkılarından biri olduğunu iddia edebilirim. Sözleri evsizlerin dramını gözler önüne serer ki şarkının ritmi gitgide hızlanırken tokat gibi çarpar yüzünüze gerçekleri. Badlands de Anthem’a yakın güzelliktedir. Of Unsound Mind, baterisi, acaip riff’i ile kaçmaz.

91 Human Factor gene harikadır. Ama özellikle iki parca, In Harm’s way ve Agent Green’i ayrı bir yere koyuyorum. Bunlar slow başlayan sonra hızlanan thrash şarkılarına tapan bendenizin kalbinde en güzide yerde ağırlanırlar. 93 Hanging In The Balance bence müziklerinin zirve noktasıdır, ancak metalin irtifa kaybettiği döneme gelmesi, satışlarını çok olumsuz etkilemiştir. Burada da End Of The Game diye bir saklı pırlanta var.

Sonraki album Masterpeace adı gibi iddialı gene çok iyi ama artık thrash ve metalin esamesinin okunmadığı günlerdeyiz. Halbuki ilk solist Wayne geri gelmiş kadroya. Açılıştaki Sleeps With Thunder, Into Dust ve Masterpeace çok başarılı, son parça Aerosmith cover’ı Toys In The Attic de orjinalinden daha başarılı. Ama albumde en sevdiğim Falldown: Sanki şarkıda Hendrix eşlik etmiş gruba ve harika gitar viyaklamalarını yapmış, gitmiş:-) Etti 6 süper albumler ve artık şampiyon ilan etmekte hiç bir engel tanımıyorum, Metallica’cı Majesty ve Tesamentci Ezequiel’e rağmen:-) Tüm thrash camiasında bu 6 albumu adet ve kalite olarak geçer dediğiniz grup varsa da hodri meydan… Sonra 3 album daha var. Bu üç album ilk 6 albume oranla zayıf kalsa da hepsinde iyi parcalar var, hepsi de vasatın üzeri. Bu albumlerin zayıf halkası ise vokalist Ronny Monroe, sesi önceki iki vokale benziyor ama onlar kadar parlak değil… 10 Mayıs 2005’de ilk vokalisi David Wayne’i kaybettik bu arada:( 2006 albumunde Wayne’in anısına Watch The Children Pray’i tekrardan yorumladıklarını söyleyerek de bitirelim yazıyı. Artık tekrar album yapmayacaklarından ötürü çok üzgünüm. Güle güle değeri hiç anlaşılamayan thrash şampiyonu, güle güle…

16 Haziran 2009 Salı

Jon Oliva's Pain Konseri



Aylardır bekliyorduk konseri, biletler çıktıktan bir süre sonra da aldık kenara koyduk. Gündüz Kalamış Galatasaray Tesislerin'deydim, oradan sarı Çıldırın t-shirt'i ile geçtim konserin yapılacağı yere, ilginç bir tercih ama hem Savatage veya Jon Oliva's Pain t-shirtim yoktur hem de ben bazen böyle çapraz giyinmeyi seviyorum. Metallica t-shirt'i ile Nevizade'de RE RE RE çekmek veya 100. yıl t-shirt'i ile DoRock'a gitmek hoşuma gidiyor.

Neyse, Balans ufak bir yer, koridor gibi bir yapısı var, burada nasıl konser olurki diye düşünüyordum fakat Jon Oliva bayırda konser verse götürür bu işi. Bu konserde ön planda olan zaten mekan veya ses kalitesi ile grubun performansı falan değil, samimi olmaları. Efenim o kadar konsere gittim böylesini görmedim muhabbeti değil de, gerçekten kendi çapımda gittiğim konserler arasında en samimi konser budur sanıyorum. Evet zaten mekan küçük, güvenlik falan da yok elimizi uzatsak değecek (uzattık zaten o da uzattı bir ambiyans oldu o sırada) bir durum vardı ancak bizim mabette 50bin kişiye de konser verse bu adamlar yine aynı samimiyeti yakalardı seyirci buna eminim. Özellikle Jon Oliva ve John Zahner(klavye) bu konuda en çok ön plana çıkan isimlerdi.

Jon Oliva çok ilginç biri olduğunu gösterdi konserde. Evet bir kişiyi sadece sahnede görüp onun nasıl bir kişiliğe sahip olduğunu kestirmek saçma, fakat sahnede yaptıkları şaklabanlıklar onda çocuksu bir neşe olduğu izlenimini uyandırdı bende. El kol hareketleri, şakaları yapması, havlusu veya atılan pankart ile gözünü bağlayıp öyle çalması, seyirciden sigara çalışanlardan içki istemesi ve bunları yaparkenki tavrı beni bu düşünceye itti. Ha memnun muyum? Tabiki evet, içinden geldiği gibi davranıyor adam. İnsan konserden sonra şunu yakalasam da akşam iki üç saat demlensek muhabbet etsek ne eğlenceli olur diye düşünmeden edemiyor.

Konsere city beneath the surface ile girdiler, daha sonra sirens ile devam ettiler ve ben aklımın ilk parçalarını buralarda yitirmeye başladım. Artık iş stresi mi başka stresler mi bilmiyorum çok dolmuşum, 2008'deki büyük konser hariç izlediğim hiç bir konserde kendimi böyle hatırlamıyorum. Seyirci hemen hemen bütün şarkılara, özellikle savatage şarkılarına hakimdi. Şarkı sözü konusunda pek iyi durumda olmayan ben bütün olarak eşlik edemedim şarkılara fakat geri kalan seyirciler, özellikle bizimle önlerde yer alanlar, baştan sona söyledi çoğu şarkıyı. the hounds çok çok sevdiğim bir şarkıdır, bizden önceki setlistlerin bir kısmında vardı o yüzden büyükbeklenti içindeydim ve çalınması ile yaptığım headbang kendini zıplama, tepinme, bağırma ve diğer yanımdaki tanımadığım kişilerle sarmaş dolaş olmama neden oldu. Believe çalması çok özel bir andı. Bildiğim kadarıyla Criss Oliva için yazılan bir şarkı, herkes eşlik ediyordu zaten hatta hüngür hüngür ağlayan biri hemen önümdeydi. Tonight He Grins Again, Gutter Ballet, Edge of Thorns, Jesus Saves ve When the Crowds Are Gone 3 gün geçmesine rağmen hala boynumun ağrımasına sebep olan şarkılardı. Ve değişmeyen şekilde Hall of the Mountain King ile bitti konser herkes de bunun bilincinde son kalan enerjilerini bıraktı. Herhalde şarkı birkaç dakika daha uzun olsa ön sıra tamamen Jon'un yanına çıkacak konseri öyle bitirecektik.

Setlistin Jon Oliva's Pain olan kısmını pek hatırlamıyorum, ekşisözlükte eloy86 nickli arkadaş yazısında çalan şarkıları yazmış tamamen, sırası aynı olmayabilir ancak doğru bir liste;

City Beneath the Surface
Sirens
Through the Eyes of the King
All the Time
The Hounds
Heal My Soul
Maniacal Renderings
Tonight He Grins Again
Chance
Gutter Ballet
Edge of Thorns
Walk Upon the Water
Believe
Sleep
Jesus saves
When the Crowds are Gone
Hall of the Mountain King

30 Mart 2009 Pazartesi

Satan, Blind Fury & Pariah

Epeydir yeni NWOBHM grubu tanıtamadim, buyrun:)

Üç grup tanıtmıyoruz, hepsi aynı aslında:) Önce Satan ismiyle tanınıyorlar, arada Bilind Fury adı altında bir album çıkarıp, kapanışı Pariah adıyla üç album çıkararak yapıyorlar, 90 sonlarında da dağılıyor grup…

Albumleri şöyle:
The First Demo, 1981
Into the Fire, 1982 demo
Kiss of Death Single, 1982
Court in the Act Full-length, 1983
(Live) in the Act, 1983
Out of Reach FL, 1985
Dirt Demo '86 Demo, 1986
Into the Future EP, 1987
Suspended Sentence FL, 1987
The Kindred FL, 1988
Blaze of Obscurity FL, 1989
Unity Full-length, 1998

Her üç grubun sahadaki, pardon sahnedeki dizilişi ise şöyle;

Steve Ramsey – Guitar
Russ Tippins - Guitar
Graeme English – Bass
Sean Taylor - Drums

Solistleri ise değişken; Satan’da Brian Ross, Blind Fury ve Satan son dönemde Michael Jackson ve Lou Taylor ile Pariah’da Alan Hunter!

Evet Satan’ın tüm albumlerini dinledim. Öncelikle demolarının ses kayıtları çok iyi. 81’deki demonun iki parçası sonradan Kiss Of Death single’ı ile yayınlanacak, diger iki parça executioner ve oppression ise sadece ilk demoda var! Dolayısıyla kompletistseniz yani gruba ait tüm şarkıları toplama derdindeysiniz ilk demoyu bulmak zorundasınız!

Açılıştaki the executioner acaip bir riff’le korkutarak başlıyor. Sonra hızlanarak devam ediyor. Çift gitar uyumu harika. Bateri ve bas da akıp gidince keyifle dinleniyor. İkinci şarkı opression ise Ispanyol müziğini anımsatan harika bir çift gitarla, her iki gitarın kaydırarak attığı sololarla başlıyor ve intro sonrası hızlanıyor. Buradaki riff, metallica’nın 4 horsemen’ini anımsatıyor, ama Satan’ınkinin daha eski tarihli oluşuna dikkat! Son bölümde gitarların sırayla attığı sololar muhteşem… Grup sık sık ortadoğu ezgilerine kaçıyor… Demonun son iki parçası bir yıl sonra Single olarak piyasaya çıkacak Heads will roll ve Kiss of death. NWOBHM tarihinin en iyi single’larından! Live In The Act cd’sine de bonus olarak eklenmişti iki parça..

Heads will roll hızla başlayıp ortasında Santana’vari bir solo ile yavaşlıyor. Grubu dönemin gruplarından en çok ayıran özellik çift gitarların ikisinin de mukemmel kullanılması, müzik temposunun sıklıkla ama ustalıkla değişebilmesi… Kiss of death biraz daha yavaş ama gene de hızlı. Speed metalin ilk örneklerinden birisi grup, bu terimin icadından önce!

İkinci demo 82’de çıkıyor ve buradaki parçalar da bir yıl sonra çıkacak daha önce Aralık ayında ayın albumu yaptığımız Court in the act’de yer alacaklar, o yüzden direk efsane albume geçiyorum; Açılışta into the fire harika bir ork intro, arkadaki efektlerle gergin ama çok güzel. Ve Court in the act. Girişteki patlama efekti, şarkıda anlatılan Hiroshima Nagazaki’deki patlamayı anımsatmak için konmuş belli ki… Şarkının sözlerini de koymuştum bloga. Atom bombasının fiziki ve ruhsal etkileri anlatılıyor şarkıda, layıkıyla… Çift gitar her zamanki soloları atarken bas da coşuyor. Bateri zaten hiç durmuyor, en sevdiğim şarkısı Satan’ın. Blades of steel Amerikan thrash tadında. Broken Treaties’i sanki enstrumental zannediyorsunuz ama solist o kadar ustaca giriyor ve götürüyorki. Sürprizlerde dolu harika bir parça… B yüzü açılış parçası Break free’de melodik Alman speed power gruplarını hatırlıyoruz. Soloda Blackmore’un klasik müzik etkileşimli sololarına benziyor. Dark side’da klasik gitar hünerleri sergileniyor.

83’de Live In The Act adlı konser albumu çıkıyor. Hollanda’da Dynamo Klup’te çalıyorlar ve bu yerin anısına besteledikleri aynı adlı bir parça da var albumde! Konser kaydı dönemine göre başarılı. Onun dışında adları Satan olmasına karşın, dönemin şeytancı gruplarından farklı olarak neşe ile çalıp coşturuyorlar. Yapmacık ağır abilik, şeytan yalakalığı gibi soytarılıklar yok!!! Tabi konseri izlemedim, ses kayıtlarından ve şarkı arasındaki muhabbetlerden yorumluyorum. Bir de konserde Blitzkrieg’in aynı adlı parçasını cover’lıyorlar: NWOBHM’e saygı!

1985’te Blind Fury adı altındaki tek albumu çıkarıyorlar ki hikayesi ilginç; Aslında Angel Witch’den gelen vokalist Lou Taylor gene aynı grupta çalan gitarist Kevin Haybourne’la kuruyor Blind Fury’i. Ancak bir demo yapıp dağılıyor bu oluşum. Bu aşamada Taylor Satan’a geçiyor ve yeni albumu Blind Fury adı altında çıkarmaya ikna ediyor diğerlerini…

Blind Fury’nin Out Of Reach albumu vokal dışında Satan albumlerine yakın. Hız, çift gitar solo… NWOBHM sonrası dönemin de iyi örneklerinden kabul ediliyor bu albüm. Favori parçam albumle aynı adlı olan, melodisi sürprizlerle dolu ve harika bir power metal örneği! Satan’dan farkı karamsar doom melodilerinden çok iyimser power metalin olması! Kiske’li Helloween’i sevenler kaçırmasın! Dynamo şarkısı da burada tekrardan yorumlanıyor. Kapanış parçası da Queensryche sevenlere uygun…

86’da grubun 3. demosu dirt demo, tekrar Satan adıyla çıkıyor piyasaya. Vokalde Michael Jackson var ama hem zenci değil, hem de popüler müzikle alakası yok:-) Bir yıl sonra Into The Future’la aynı parçalar, farklı sırayla EP olarak çıkacak! Bu album için de doom etkilesimli power metal denebilir! İlk parca Into The Future, klasik eserden alıntı son bölümü ile power metalin en iyilerinden. İkinci parca Hear Evil, See Evil, Speak Evil da ayni tarzda devam ediyor kaldıgi yerden, cift gitar solosu ile. Fuck you, adi gibi zimba, hizli ve etkileyici parca, soz yok, buna gerek de yok, nakarat yeterli, bateri gecisleri harika, solosu gene klasik muzik etkileşimli! Gene melodik harika bir parca olan Iceman’le kapaniyor, NWOBHM tarihinin en iyi EPlerin biri bu!

87’de EP’nin başarısı üzerine Suspended Sentence albumu aynı kadro ile çıkıyor: Açılışta klasik bir intro ve sonrasında who dares wins harika bir parça. Bu albumle power metalden technical thrash'e yelken açıyorlar. Vandal’daki çift elektro gitar Annihilatordaki teknik gitar uyumunu andırıyor. Avalanche of a million NWOBHM’de pek rastlanmayan slow bir intro ile başlayıp sonra hızlaniyor. Michael Jackson’un yorumu Blind Guardian'dan Hansi Kürsh’ü animsatiyor. Son parca ise thrash ve speed'den esintiler tasiyor. Hem riffler hem sound! Arada gecis akorlari harika. Annihilator, Artillery sevenler kacirmasin, bu grubun Ingiliz olduguna inanmak çok güç!

88’de Satan’ın proje grubu olarak Pariah’ın ilk albumu çıkıyor, vokalde gene Michael Jackson. Artık sound iyice Amerikan thrash sertliğinde! Bu album slayer, testament sevenlerin zevkine uygun. İkinci album Pariah’ın en iyi albumu olan Blaze Of Obscurity! Bu albumde sert sound’un altı olağanüstü melodilerle bezeniyor. Son album 98’de 9 yıl aradan sonra tekrar biraraya gelip çıkarıyorlar. Gene ispanyol müziği esintileri, klasik gitar bilgilerini göstererek devam ediyor! Thrash sound hafif yumuşuyor, hız ise aynen korunuyor. Vokalde ise Tysondog’dan bildiğimiz Alan Hunter var bu kez. Bu son album oluyor ve gitarist Ramsey ve bascı English, folk metal grubu Skyclad’le müzik kariyerlerini sürdürüyor… İlk ve en baba vokalistleri Ross da hala bir diğer NWOBHM devi Blitzkrieg’le aktif!

5 Mart 2009 Perşembe

Anvil'in hikayesi budur!

Daha 14’ünde tanışan ve bugune kadar omuz omuza müzik yapan iki arkadaşın baterist Robb Reiner ve Steve “Lips” Kudlow’un dostluğunun, grubu buraya getireceğini kim tahmin ederdi ki? Bu tüm rock ve turevi müzik yapan gruplar için geçerlidir. Grup işinde herşeyden önce dostluk gelir, egoların gözardı edilmesi gerekir. Yoksa o grup üne, şana, tadire her neye boğulursa boğulsun yokolur gider. İşte Anvil’in belgeseli bunu bir kez daha kanıtlıyor. Filmle ilgili eleştiriler harika, derhal seyretmek niyetindeyiz. Belgeselde Ulrich, Lemmy ve Slash de varmış… Bu arada grup belgesel sonrası tekrar kendine yönelen ilgi üzerine turnelere başladı.

Kanada’nın Rush’dan sonraki en istikrarlı grubu Anvil ve Rush gibi bunlarda trio. 2007’de 13. studyo albumleri çıktı piyasaya! Üçüncü album olan Forged In Fire daha once ayın albumu olmuştu blogda. İlerde daha detay yazarız grup hakkında. Power metal icra ederler, keyiflidir dinlemesi. Müzik aletlerine hakim, poser’lıktan alabildigine uzak bir gruptur.


Anvil Resmi Sitesi
http://anvilmovie.com/

8 Kasım 2008 Cumartesi

Falconer


İskandinavyadan yükselen Black ve Death Metal'e olan antipatim (ki bu aralar kıyısından köşesinden de olsa bu tarzlarada ilgi göstermeye başladım) yine aynı topraklardan yükselen Power ve Folk Metal'e de gereksiz bir ön yargı geliştirmeme sebep oldu. Falconer bu önyargıya son veren grup olmuştur benim için. Grup 1999'da, İsveçli Black Metal grubu Mithotyn'in dağılmasından sonra gitaristleri Stefan Weinerhall tarafından kurulmuş. Kurulurken de vokale İsveç tiyatrolarından Mathias Blad'ı voklist olarak almış. Bana grubu ilk kez dinleten arkadaşım (ekşi sözlükte de yazdığı gibi) Ian Anderson Power Metal grubu kurmuş deseydi, muhtemelen yerdim.
Onun gibi duru ve güçlü bir vokal tarzı. Bu arada küçük bir ayrıntı Blad gruba dahil olurken tiyatrodaki işlerini aksatmaması amacıyla konser vermemek üzere anlaşmış. Herneyse, Bladın vokaline Weinerhall'un sert, temiz ve melodik gitarları ve Karsten Larsson'un çift kros'lu bu ataklı davulları eklenince ortaya tadından yenmez bir power metal grubu çıkmış. Ayrıca kayıtlarda bas gitarıda Stefan Weinerhall çalmış. Nasılsa konser yok kalabalık etmeyelim demişler heralhalde. Bu kadroyla debut albümleri Falconer'ı yayınlamışlar ki müthiş bir albümdür. Entering Eternity, Lord of the Blacksmith ve Upon The Grave of Guilt bu müthiş albümün en şahane parçalarıdır kanımca. 2002'de grup aynı kadroyla Chapters from a Vale Forlorn isimli albümlerini yayınlar. Yine oldukça iyi bir albümdür. Albümde bulunan Lament of Minstrel grubun ilk dinlediğim ve kendilerini takip etmeme neden olan parçadır. İşte bu noktada daha önce sözünü ettiğimiz bir ayrıntı grupta bir ayrılığa sebep olur. Yayınladıkları iki başarılı albümle gelen popularite konser vermekle ilgili kararlarını değiştirmelerine neden olur. Gruba katılırken konser vermemek şartıyla gruba dahil olan Mathias Blad, konserlerin tiyatro ve operadaki çalışmalarını aksatacağı nedeniyle gruptan ayrılır. Gruba Destiny grubunun vokalisti Kristoffer Göbel katılır. Ayrıca grup kadrosuna gitarda Anders Johansson ve basta Peder Johansson'u dahil ederek nüfusu 5 kişiye çıkarır. Grup bu kadroyla 2003 yılında bir konsept albüm olan The Sceptre of Deception'ı çıkarır.Mathias Blad bu albümün kayıtlarında backvocal'de bulunur. Tarz olarak önceki iki albüme göre briaz daha serttir. The Coronation albümüm en dikkat çekici parçasıdır ancak bana göre ilk iki albümlerine göre zayıf bir albümdür. Açıkçası dinlerken Blad'ın vokalini aramadım değil. Albümden sonra Anders Johansson ve Peder Johansson gruptan ayrılır ve yerlerine basta Magnus Linhardt ve gitarda Jimmy Hedlund gruba katılır. Bu kadroyla 2005'te Grime vs. Grandeur yayınlanır. Albüm bir önceki albümün başarısızlığını unutturacak kadar iyidir. Albüm yayınlandıktan bir kaç ay sonra beklenmeyen bir gelişme olur ve Mathias Blad vokale geri döner. Grup Blad'ın dönüşüyle stüdyoya kapanır ve 2006 tarihli Northwind isimli albümlerini yayınlar. Yine müthiş bir albümdür,Göbel'li albümlerde göre daha yumuşak ilk iki albüme yakın bir tarzdadır. Falconerın köklere dönüş albümü olmdu. Northwind, Waltz With The Dead, Spirit Of The Hawk albümün en dikkat çekenleridir. Grup 6. albümlerini bu yıl içinde Among Beggars And Thieves adı ile yayınladı. Tipik Falconer sound'ı akılda kalıcı, akıcı, bol ritmli ve güçlü parçalar. Man of the Hour, Mountain Men, Field of SOrrow ve Carnival of Disgust albümün en dikkat çekiciler.
Şahsi kanaatim geç dahil olduğum Power Metal aleminin en iyi gruplarından biri olan Falconer'a gerekli ilginin gösterilmesi.

Mathias Blad'ın flickr'daki sayfasıda şurada. Tiyatro çalışmaları sırasında çekilmiş pek çok ilginç foroğğrafı mevcut. Adam ciddi ciddi tiyatrocuymuş yahu.

23 Mart 2008 Pazar

Zindandan zirveye çıkışın öyküsü: Savatage


84 yılında peder Londra’nın meşhur Barnaby St.’ne takım elbisesi ile girip benim metal gruplar listesini tezgahtaki garip kılıklı hatuna uzattığında iki taraf da birbirini acaip süzmüştü kuşkusuz. Peder listedeki bütün albumlerin olduğunu duyunca pek bozuldu ve “ulan bu acaip müzikler nasıl dinlenir” diye bilmem kaçıncı kez söylendi. En sonunda fiyatı makul olan “Welcome to the danger zone” adlı metalin farklı türlerini biraya getiren eşsiz kompilasyonda karar kıldı! Kimler yoktu ki bu plakta? “Megadeth, Exodus, Q5, Tank, King Diamond’un grubu Mercyful Fate, efsane Japon grubu Loudness, toprağı bol ola Punk kralicesi Wendy O.Williams”. İşte Savatage de Dungeons are calling’le yer almıştı bu plakta. Acı çeken vokal introsu ve kapanışındaki kapı efekti ile gerçekten hücreyi yaşatıyordu, dungeons. Dungeons are calling EP olarak yayınlanmisti ve kısa süre sonra Power of the night albumu Dorian Gray Bant Kayıt Studyosu’na düşer düşmez doldurttuk. Bu album uzay efektivari synthleriyle harikadir, her daim dinlenir. O dönemin metal gruplarından ayıran da synth’lerdi. Bağnaz metalciler müziği yumuşattığı gerekçesiyle kesinlikle synth istemezlerdi. Ancak Savatage bunu gercekten layikiyla yaparak önyargıları yikti ve bircok gruba da bu yonde ilham kaynagi oldu:) Sonra fight for the rock albumu ile çuvallasalar da sonradan Apocalyptica’nın tekrar gündeme getirdiği Hall of the mountain king’le tekrar yukselişe geçtiler. Bu albumde progressive öğeler ilk kez kullanıldı ve essiz 24 Hours Ago da bu albumdeydi. Albumde Grieg’in klasik eserinin metal yorumu prelude to madness muthişti ve ilerde klasiklere bol bol yer verecekti albumlerinde Savatage… Bir çok metal grubu piyasadan silinirken Savatage 89 Gutter Ballet albumunde synth yerine piyano kullanarak metal opera’yi baslatti. Jon Oliva’ya Phantom of the Opera’yı seyretmek yetmişti:)Bu albumle muazzam ballad’ları da başladı Savatage’in, misal When the crowds are gone. Ama klasik Savatage tarzı da korunuyordu…91 albumu Streets’de de metal opera tarzı aynen devam etti. Essiz Jesus Saves de bu albumdeydi, ballad’ların sayısı ise iyice artmıştı… 90 başları metal grupları için zor dönemlerdi. Tavır olarak popüler müziğe aykırı kaldıklarından dönemin ruhuna uygun bireysel grunge patlamıştı. Brit pop’la gitarlar iyice yumuşamış metal grupları demode kalmıştı. Bu şartlarda Streets albumu satışlarına ciddi darbe vurdu grunge! 93’de de grubun yetenekli gitaristi Cris Oliva sarhoş bir şoförün hışmına uğrayıp eşiyle birlikte hayatını kaybeder. Ama savatage yoluna devam eder ve aynı yıl Edge of thorns ve 94’te handful of rain’le aynı tarzını inatla devam ettirdi. Kendine yetecek kadar sadık dinleyicisi vardı çok şükür! 95’de Bosna’ya ağıt Dead winter dead çıktı. Bosna’nın dramı, sırp bir gencin Boşnak kıza olan aşkının konsept öyküsü ile anılıyordu. Savatage metalin farkını tüm dünyanın gözlerini kaçırdığı bir drama cesaretle yer vererek bir kez daha ortaya koyuyordu: Dünyadaki sorunlardan kaçmak yerine onu gözler önüne sermek! Anlayana tabi! Mozart cover’ı Mozart and madness ve Christmas Eve’le metal opera ve senfonik metalin de zirvesine ulaşılıyordu… Bu album sonrası Trans Siberian Orchestra’yı kurdu Jon Oliva! Bol bol christmas parcası yaptılar. In the wake of Magellan’da ise gene konsept bir hikaye anlatılıyordu. Ancak bu album söz müzik herşeyiyle zirveydi ve bundan sonra grup için gerileme döneminin başlaması da kaçınılmazdı. Poets and madman de grup konsept hikaye anlayışını sürdürdü ama önceki konsept albumlerin gerisindeydi album özellikle şarkı sözleriyle… Maalesef son konserini verdiği 2002’den beri aktif değil Savatage, bir umutla bekliyoruz tekrar toparlanmalarını…

17 Şubat 2008 Pazar

Yngwie J. Malmsteen: O bir gitar efsanesi(ydi)!

Uzunca bir sure adındaki J’nin (*) ne olduğunu merak ettiğimiz gitar virtüözü -eh o zamanlar ne net var ne kaynak-, hatta ben abiye Jesus'u uygun bulmustum, gitar peygamberi gibisinden:) 85 de ilk marchin out albumu ile dinledik Malmsteen ve saz arkadaşlarını. Sert bas volumlü harika bir albumdu. Barok, klasik müzikten etkilenen Jon Lord ve Ritchie Blackmore benzeri bir müzik yapmasından dolayı çok sevmiştik onu! Albumun üçüncü parçası Don’t let it end eşsizdi!!! Slow girip harika rifflerle sertleşen tüm zamanların en güzel metal parçalarından biriydi! Beşinci parçada da "I'm a viking" diye olayı bitirmişti aynı adlı şarkıda: “As the ships of my home dissappear, I sail over the seas without fear…” Gercekten viking denizcilerinin epik oykusu bu kadar guzel anlatılabilirdi. Hemen sonra 86’da çıkan Trilogy’i doldurttum, dorian gray'den. Bu muhteşem albümün krom Basf kasetteki kaydı sapasağlam durur hala. Trilogy Suit Op.5 tüm zamanların en guzel enstrumentallarından biriydi… Ve daha sonra da Yngwie G. Malmsteen’s Rising Force (84)adlı ilk albumu kaydettirdik. Sadece iki sarki da vokal olmasına karşın keyifle dinlenen bir albumdu! Vokal olan "Now your ships are burned" deki harika riff'i o dönemler pek algılayamamıştım. Tüm yazılarında esinlendiği gitaristin adını vermekten kaçınırdı Malmsteen.Biz de tarzının Rainbow ve Ritchie Blackmore’a benzemesi nedeniyle onu örnek aldığını sanırdık. Ancak sonra açıkladı ki esinlendiği gitarist Hendryx’ti, gitar çalmaya da Hendryx’in ölüm haberi ile 7 yaşında başlamıştı. Now you your ships are burned Hendryx şarkılarına ciddi benzerlikler gösteren harika bir şarkıydı ve abisinin dersine iyi calistığını gösteriyordu. Ama sonra abi hem birbirine benzeyen karambol soloları, hem sarkiları ile hep kendini tekrarladi. İlk iki albumde Jeff Scott Soto, üçüncü albumde ise Mark Boals vokal yapmıştı. O güne kadar isimlerini duymasak da sesleri müziğe uygun yırtık kısık seslerdi. 4. album Odysey’in solisti ise daha önce Rainbow’un üç albumunde solistlik yapan Joe Lyn Turner'dı, sonuçta ortaya imitasyon Rainbow bir album çıktı tabi... Rainbow’u daha popüler yapmak için Turner’a vokali veren Blackmore’un yaptığı hatanın aynısını Malmsteen de yapmıştı. Müziğinin ruhuna uygun olmayan Turner’la grubun soundunu yumuşattı. Daha fazla sattı belki ama grup sound’unun tüm orjinalliğini de kaybetti. Bir de bu albumle o güne kadar bas dahil tüm gitarları çalma özelliğinden vazgecti! Ağırlıklı olarak Ozzy ve Gary Moore’la çalışan Bob Daisley dört parçada bas çaldı… Sonraki iki albumu Eclipse ve Fire and Sky’ı da birkaç kez dinledikten sonra attım bir kenara. Sonuçta İlk 3 albumu alın arsivleyin derim, gerisine karismam …

En son G3 konser serilerinden birinde Satriani ve Vai ile birlikte seyrettim. Abi iki misli olmus, ama eski günlerin hatırına izledim... Bu arada ilk albumunde feci Malmsteen’i taklit eden Cem Koksal da Joe Lynn Turner’in vokalistliğinde DVD çıkarttı, yolu açık olsun! Bu bilindik bir yıldızla birlikte album yapan ilk Türk metalcisi oldu sanırım…

(*) J Johann olup Johann Sebastian Bach’ın anısına konmuştur!

1 Ekim 2007 Pazartesi

Happy happy Helloween:-)


84te ilk goz agrim Quiet Riot’ti. Bugun glam grubu olarak bilinseler de ozellikle ilk albumleri Metal Health’le listeleri altust etmiş, Slade cover’ı Cum on feel the noize’la acaip basarili olmuşlardı. Tabi sonra daha sert takilmaya basladik. Once NWOBHM’a, ardındanda thrash’e terfi ettik. Metallica bas tacimiz oldu, bir de Helloween :)

Essiz, zaman zaman Rus halk danslarını animsatan melodik soloları, harika bas geçişleri ile Helloween. Yillarca boynumda - koleksiyon kutumda iyice kararmis durur hala-, gumus kolyesini tasidim gururla. Bulabildigim tek Helloween sıvetsortunu uzerinde walls of jericho olmasina ragmen bol bol giydim. İlk de bu albumu dinlemiştim Ted’li bir arkadas sayesindeJ

Walls of jericho, intro sonrasi ride the sky’la darmaduman eder adami. Iron maiden’in dominant basi ile Ride the ligtning rifflerini birlestirin kafanizda. Bu kadar hizli bir parcada basci Grosskopf’un gecislerini duyabilmek, hele bir de bass gitar çalmaya çalisiyorsanız büyük keyiftir, tıpkı diğer şarkılarında da oldugu gibi.

Ayrıca Heavy metal şarkısı da adı ve nakaratı ile bir manifestodur adeta: “Heavy metal is the law, keeps us all united free, a law that shatters all the world, heavy metal can’t be beaten by any dynasty, we are wizards, fighting with our spell…”

Gorgar will eat you da espirili yüzlerini ilk kez gösterirler… Hansen’in boguk sesini cok sevmesem de melodiler cok hosuma gitmisti bu albümde. Hele hele how many tears bence tum zamanlarin en iyi parcalarindan biri, muhteşem slow introsu, sonra surekli artan temposu ve ozellikle Live in the UK’deki Michael Kiske yorumuyla! Tabii harika sözleri de cabası: Derken Keeper of the 7 keys cikti, olay degisti. Metal’in gidisati degisti ve Alman melodik metal gruplari ardı ardına piyasaya dokuldu. Bu donemde oncelikle Hansen’den vokali devralan Kiske’den bahsetmek lazım: Bu adam inanılmaz geniş sesi ile istedigi tonda çığlık atabilirdi. Ama sonraki muzikal kariyerinden de anlaşılan metalle pek uzlaşamadıL

Part 1’da daha da onemlisi Helloween bize Power, thrash ve speed metal’in melodik ve iyimser bicimde icra edilebilecegini gosterdi! Bir metal grubunun sert takılırken illa çatık kaşla korkutucu bakışlar fırlatmasına gerek olmadığını da gösterdi. Gene çoğunlukla ırkçı, satanist ya da black metal ogelerine boğulmuş bu tarzın içinde insan hakları, çevre sorunları gibi sosyal konulara değinilebileceğini, Dr.Stein, I want out gibi espirili parcalar da yapilabilecegini gösterdi… Tabi Neonazilerin cirit attığı Almanya’da bu işi yaptıklarına da dikkat…

Bu albumun tamami guzel ama muhtesem gitar melodisi ile Future world gene bir metal başyapıtıydı. 13 dakikalık Helloween şarkısının video klibini de keyifle ve acaip eğlenerek seyretmiştik. Komik kostumlu kurt adamlarla thriller’ın dunyayı kurtaran adam versiyonuydu klip:)



Arkasından Keeper of the 7 keys part 2 geldi. İlki kadar olmasa da gene guzeldi. Buradaki baba sarki da I want out! We got the right sozleriyle how many tears’ı andırıyordu. Ve 13 dakikalık keeper of the 7 keys.

Ve pink bubbles go ape, talihsiz vasat bir album. Bu kadar iyi albumden sonra bu album belki de Helloween’i arayışa itti: Derken Chameleon cıktı, mertlik bozulduJ Ozellikle first time melodik guzel, “I don’t wanna cry no more” ozzy’nin so tired’ı kadar iyi ama power metal icin cok yumusak parcalardıJ Albumdeki slowlardan wind mill klasik bir rock ballad ama benim favorim en son parca: Longing. ‘Senfonik rock sevenlere önerilir.’ Revelotion now ve music nefeslilerle farkli arayislar.. Hele I believe hafif progressive harika bir parca… Neticede album 2000’lerde cok populerlesen prog metal fan’leri icin yapılmış bir proto albumdu deyip bozuntuya vermeyelimJ

Master of rings’den itibaren ise Helloween’i melodik, farklı kılan Michael Kiske yok! Ogrendik ki kisisel sebeplerden Helloween’den kovulmus! Bu albumu dinledigimde ‘Sole survivor’, ‘where the rain grows’ gibi harika parcalar oldugunu ama Kiske’nin melodik sesi yerine, tıpkı Hansen gibi kisik sesli bir vokalist olan Deris’in secildigini ve Helloween’in buyusunu kaybettigini gordum, tabi diger albumleri de dinlemedim… bu arada genel cizgi eglencelik power metal gene… Ayrıca “in the middle of a heart beat” de bana gore en iyi slow’u Helloween’in… Ama ahhh bir de Kiske tarafından yorumlansaymis…